Çocukluğumuzu bıraktığımız şehirler: Kazuo Ishiguro’nun Öksüzlüğümüz romanı

Kazuo Ishiguro’nun Türkçe’ye Öksüzlüğümüz olarak çevrilmiş olan When We Were Orphans kitabı bitmeyen bir öksüzlüğün romanı. Öksüzlük, yetişkinliğe girilmesiyle bittiği varsayılan bir çocukluk halidir. Ne var ki Kazuo’nun kahramanı Christopher Banks, Londra’da nam salmış bir dedektif olmasına rağmen çocukluğunu geçirdiği Şanghay’dan ve yıllardır görmediği anne babasını aramaktan vazgeçmemiştir. Bu yüzden İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde ailesini bulmak için doğduğu şehre geri döner. Bizler de bu sayede İngiliz sosyetesinin şatafatlı salon toplantılarından çıkıp Çin’in önce imparatorluk ardından da cumhuriyet (1911-1949) dönemlerine bir yolculuk yaparız.

Christopher Banks, bin dokuz yüzlerin başında Şanghay’ın Uluslararası İmtiyaz Bölgesi’nde doğmuştur. Babası afyon ticareti yapan İngiliz şirketi Morganbrook & Byatt şirketinde çalışmakta, sadık bir Hıristiyan olan annesi ise şirketin faaliyetlerine, yani afyon ticaretine karşı kampanyalara öncülük etmektedir. Aile, şirkete ait bir konutta ikamet ettiğinden ev zaman zaman şirket müfettişlerince denetlenir ve bu ziyaretlerin her birinde evin Çinli çalışanlarına karşı aşağılayıcı tavırlar sergilenir. Uluslararası İmtiyaz Bölgesi’nin sınırları şehrin sömürgeci ülkelerden gelen sakinleriyle Çin halkını birbirinden ayıran, aşılmaması gereken bir tabudur adeta. Burada yerel halka hizmetçi olarak bile tahammül edilmemektedir. Bütün bu denetim ve ayrıştırma mekanizmasına rağmen Christopher, evin Çinli çalışanları ve Japon arkadaşı Akira ile mutlu bir çocukluk geçirmektedir. Yirminci yüzyıl başında Japonya, Uzak Doğu’da kendini yeni gösteren emperyalist bir güç olarak imtiyazlı bölgede yerleşim hakkı kazanmıştır. Christopher’ın masum çocukluğu önce babasının, ardından da annesinin ortadan kaybolmasıyla sona erer. Anlaşılan annenin Çin halkını zehirleyen afyon ticaretine karşı yürüttüğü çalışmalar ve Çinlilere dönük sempatik ve korumacı davranışları birilerini rahatsız etmiştir.  

Anne ve babasının gizemli bir şekilde ortadan kayboluşu Christopher’ı dedektif olmaya iten en önemli etkendir muhtemelen. İş olarak ilgilendiği davalar arasında zaman buldukça British Museum’da afyon ticaretinin tarihi ve babasının çalıştığı şirketin bu ticaretteki dahli üzerine incelemeler yapmaktadır. Nihayet 1937 yılında, elinde yeterli veri olduğuna ikna olunca, anne-babasının izini sürmek üzere Şanghay’a geri döner. Bu kez bulduğu çocukluğunun cıvıltılı şehri değil, Japon işgali ve savaş beylerinin terörü altında can çekişen yaralı bir avdır. Dahası, milliyetçi Çan Kayşek’in kirli işlerini halletmek için kullandığı yeraltı örgütleri şehirde komünistleri avlamakta, polis teşkilatının şaibeli ilişkileri güvensizlik ortamını arttırmaktadır. Şehrin yabancı sakinleri ise İmtiyaz Bölgesi’nde kendilerine zarar gelmeyeceği rahatlığıyla caz müzik eşliğinde salon eğlencelerine devam etmektedir. Öyle ki Christopher’ın şehre gelişiyle herkes onca büyük sorunu bir kenara bırakıp Christopher’ın anne babasını nasıl bulacağı, bulunca nasıl bir merasim düzenleneceği telaşına düşer. Buradaki tuhaflık romanın geneline de yayılmıştır. Bir dedektif romanı diye merakla okuduğunuz hikaye aslında Çin’in sömürgeci güçlerle mücadelesine sahne olan sancılı yıllarının bir anlatısıdır. Christopher’ın bir rüya sarhoşluğunda yaptığı şehir turlarında siz de Bund denilen rıhtım caddesinde, Fransız İmtiyaz Bölgesi’nde, şehrin otel, dükkan ve işlek caddelerinde kaybolur, şehrin içine düştüğü yolsuzluk batağından kendinizi kurtarmaya çalışırsınız. 

1937’de Şangay’da konuşlanan Japon kuvvetleri (kaynak: commons.wikimedia.org)

Kitabın çok eleştirilen, kahramanımızın Japon askerleriyle Çinlilerin sıcak çatışmasının ortasında kaldığı bölümse bence Christopher’ın bir türlü sonlandıramadığı öksüzlüğüyle yüzleşme anıdır. Ancak o sahnenin gerçekdışılığında keşfedersiniz insanın gölgede kalmış, öksüz yanını. O anda herkes, tıpkı Christopher’ın etrafını kuşatan romanın diğer kahramanları gibi, kimsesiz ve köksüzdür. Hangi dili konuştuklarının ya da kim olduklarının bir anlamı kalmamıştır. Önemli olan tek şey vahşetin ortasında hayatta kalmak, yanında bulduğuna, hatta çocukluğa tutunabilmektir. Yine de bitmez Christopher’ın öksüzlüğü. Çünkü çocukluğu işgal altında bir şehirde hapsolup kalmıştır. Ne annesini ne de çocukluğunu tarihin kördüğüm olduğu bu noktadan çıkarabilmiştir. Demek ki hayat eskisi gibi akmaya devam edecektir. En azından çocukluğunu elinden alan gizemler bir bir çözülene kadar. 

Kazuo Ishiguro, When We Were Orphans, New York: Vintage International, 2001.

Kazuo Ishiguro, Öksüzlüğümüz, çev. Yasemin Ortwein, Yapı Kredi Yayınları, 2014.

Leave a comment